19 Aralık 2012 Çarşamba

Jalapeno Biberi




Jalapeno Biberi gibiydin sen benim için;
Egzotik,ateşli ve ulaşılmaz.
Ağzımı yakacağını bilsem de
Seven kalbe anlatılmaz.


28 Ekim 2012 Pazar

Yunus Abi ve Güzeller Güzeli Ömer Faruk Tuncer

Yunus Abi yine yorucu bir günün ardından evine dönüyordu. Otobüsü uzun süre gelmeyince yürümeye karar vermişti. Hava yaz olmasına rağmen biraz soğuktu. Garip bir esinti vardı. Yunus Abi üzerindeki ince hırkaya sarıldı. Rüzgarın uğultusu onu rahatsız etmeye başlayınca adımlarını hızlandırdı. Oğlu Ömer Faruk Tuncer'in doğum günüydü bu gün. Oğlu onun için dünyadaki en önemli şeydi. Karısı geçen sene çimento makinesinin içinde boğularak can vermişti. O günden beri oğluna daha da sarılmıştı Yunus Abi. Biricik oğlunun doğum günü için Hızlı Arabalar serisi 2000 oyuncağı almıştı. Nasılsa Ömer'im anlamaz diye hediyeyi gazeteye sardırmıştı. Hatta hediye olarak gazete bile verse Minik Ömer Faruk Tuncer için fark etmezdi çünkü onun IQ'su onbirdi. Evet Ömer Faruk Tuncer annesi ve babasının zekasının aksine IQ'su onbir olan zavallı bir çocuktu ve etrafındaki cisimleri algılayamıyordu. Bir de bunun üzerine babası çok çalıştığı için onunla ilgilenemeyince Ömer Faruk tam bir hayvan olmuştu. 6 gündür değiştirilmemiş beziyle evde böğürerek geziyordu. Acı içinde masa ve sandalyeleri ısırıyordu. Yemek istiyordu, belki de altının değiştirilmesini... Kim bilir? Ama kesin olarak bildiğimiz bir şey varsa o da Minik Ömer Faruk Tuncer'in derhal tıbbi desteğe ve bakıma ihtiyacı olduğuydu. Babası Yunus Abi ise tam bu sırada içkici bir şerefsiz olduğu için içki içsem ne güzel olur diye düşünüyordu. Oğlunu bir anda unutmuş içki dünyasında içkili hayaller kurmaya başlamıştı bile. Hemen en yakın bara girdi ve en pahalısından içki söyledi. Resmen çocuğunun rızkını içkiye veriyordu ve umrunda bile değildi. Babası böyle şerefsizlikle meşgulken Ömer Faruk Tuncer kaderine karşı gelmesi gerektiğini anladı. Ölmek istemiyordu, bir şekilde hayata tutunmalıydı. En temel iç güdüsü, en çok istediği şey yaşamaktı. Bütün cesaretini topladı..Yiyeceğe en çok benzettiği şey olan vitrini gözüne kestirdi. O an Minik Ömer Faruk'un aklından neler geçiyordu bilemeyiz ama bunların mantıklı bir açıklaması olmadığı kesindi. Minik Ömer tüm gücüyle koşup vitrine kafa attı. Vitrin hafif sallandı. Onun dışında bir şey olmadı. Ömer Faruk Tuncer yemek bulamadığı için çok sinirliydi. Böğürerek vitrini yumruklamaya başladı. Tombik dengesiz bebek kolları vitrini sallıyordu. En sonunda yaşlı vitrin bu saçma darbelere dayanamayıp Minik Ömer'in üstüne devrildi. Ömer'in burnuna ve ağzına vitrinin camları girmişti. Kafasına ise annesinin en sevdiği eşya olan mavi kül tablası büyük bir yarık açmıştı. Kan kaybediyordu. Ağzını kesen camlara rağmen ağlıyordu. Çığlıkları gecenin huzurunu bozuyor ama kimseye ulaşmıyordu. Ömer Faruk Tuncer sabaha kadar ağzından kan sızdırarak enkazın altında ağladı. Sabahın ilk ışıklarıyla Ömer Faruk Tuncer de son nefesini vermişti. Tam o sırada kapı anahtarla açıldı. Yunus Abi girdi içeri, oğluna seslendi cevap alamadı. Telaşla salona girdiğinde korkunç manzarayı gördü. Bir baba için hayal bile edilemeyecek o manzarayı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Yunus Abi yumruğunu sıkıyordu. Her yeri titriyordu. Hissettikleri tahmin bile edilemezdi. Yavaşça Ömer Faruk Tuncer'in soğuk bedenine yaklaştı. Gözlerini karısının hatırasına, oğlunun cesedine dikip bekledi. Sonra birden Minik Ömer Faruk'un kafasına tekmeyi basarak ; YA VİTRİNİ FALAN KIRMIŞ HEP HAYVAN, YA OOOOOOOOOFFFFFFFFFF dedi. Yunus Abi tam bir şerefsizdi.

22 Ekim 2012 Pazartesi

Mert Akkaş The Tramvay Warrior


                  Bugün evime dönmek için tramvaya binmeye karar vermiştim. Çünkü yürüyerek döndüğümde üşüyordum. Geçmiş deneyimlerimden öğrenmiştim bunu. Hava soğuktu. Tramvay durağına geldiğimde makine bileti yutup garip hareketler yaptı her zamanki gibi. Korkarak biletimi geri aldım. Korkunç bekleyiş başlamıştı. Tramvay geldi. Zaten neredeyse dolu olan tramvayı bir de biz duraktakiler gözümüze kestirmiştik. Zar zor bindim. Bir tarafa yerleştim. Şimdi tramvay harekete geçmişti bile, herkes evine gidiyordu, akşamdı, çoğunun ellerinde poşetler vardı. Çocuklarına eşlerine bir şeyler almışlardı, yorgundular ama mutluydular. Bu arada karşımda oturan ufak çocuğa dikkat ettim. Boyundan büyük çantasını kucağına koymuş camdan dışarı bakıyordu. Bütün gün ufak yaşına rağmen nelerle uğraşmıştı acaba. Bu yaşta dershaneye gidiyordu. Ona küçük bir selam verdim; seni anlıyorum küçük savaşçı... Gülümsedi, başını salladı. Bu arada tramvay yeni bir durağa gelmişti, bakalım bu sefer hangi yürekler binecekti... Hangi canlar, hangi güzel insanlar? diye düşünüyordum kendi kendime. En ön saflarda ton ton bir teyze vardı. Tam bir anadolu kadınıydı. İlerleyen yaşına rağmen ağır torbalar taşıyordu. Kapılar açıldığında."Bin bakalım ton ton teyze kim bilir nereye gidiyorsun" diye geçirdim içimden. O an ayağımda bir acı hissettim, ton ton teyze ayağıma basıyordu. Sonra etrafa nefretle baktı oturacak yer arıyordu. Acelesi vardı belli. Bütün gün çay içip pasta yemek onu yormuştu. Ayağımı kurtarmaya çalışırken bana omuz atarak tramvayın iç kısımlarına doğru yürüdü. Acımasızdı, o oturacak yer bulmalıydı yoksa kendini iyi hissetmezdi. Sonra korktuğum gerçekleşti teyze bizim küçük yorgun dershane savaşçısının önüne gitti. Bekliyordu yer verilmesi için. Çocuk ise zar zor uyanık kalıyordu. Teyzeyi fark etmemişti bile. Kadın beklemekten sıkılarak "GENÇLİĞE NE OLMUŞ BÖYLE?! SİZ KALKACAKSINIZ BİZ OTURUCAZ NE SAYGI VAR NE TERBİYE, EDEPSİZLER ŞUNLARA BAK HİÇ UTANMIYORLAR!" gibi çığrışlara başlamıştı. Bunu duyan diğer gençlerden çoğu kalktı başkalarına yer verdi ama hala dershane savaşçısı üzerine alınmıyordu, çünkü o sadece evine gitmek istiyordu. Teyze delirmişti ağzından köpükler çıkarak çocuğu yakasından tuttu "SANA DİYORUM SANA EDEPSİZ! ANNEN BABAN SANA BÜYÜKLERİNE YER VERMEYİ ÖĞRETMEDİ Mİ?" dershane savaşçısı dehşete düşmüştü ne olduğunu anlamak için etrafına bakıyordu ama çevredeki herkes "cık cık cık kadın haklı valla gençlik nereye gidiyor?" gibi cümleler kuruyordu. Kulaklarıma inanamıyordum. O an fark ettim ki dershane savaşçısı bana bakıyordu. Gözleri hem korku hem de çaresizlikle benden yardım istiyordu. Bu bakışlara seyirci kalamadım. Elimi teyzenin omzuna koyup. "Hey teyzecim böyle davranmana ne gerek var? Bak belli ki o da yorulmuş, genciz diye ölümsüz değiliz ya?  Biz de çok yorulabiliyoruz bazen, o çocuğa böyle davranmanı gerektirecek hiç bir şey yok. Zaten alt tarafı bir tirendeyiz ya TİREN YA, TİREN NEDİR Kİ? RAYDA GİDİYOZ YA 30 SANİYEDE BİR DURAĞA GELİYOZ NE SENİN DERDİN? UFACIK BEBEĞE NE YAPIYOSUN SEN TEYZE, BİR SEN Mİ PARA VERDİN BU TİRENE? NİYE KENDİNİZİ EVRENİN EFENDİSİ SANIYOSUNUZ LAN? " diye çıkış yaptım. Bir an bir sessizlik oldu. O son cümleyle ileri mi gittim diye düşünüyordum. Ama galiba bana hak verdiler dedim. Gülümseyerek arkamı dönerken "TEYZEYE VURAMAZSIN LAN" diyen  tramvay halkı bana saldırmaya başladı. Yumruklar havada uçuşuyordu. Liderleri pozisyonunu alan ton ton teyze "ÖL-DÜ-RÜN-ÖL-DÜ-RÜN-ÖL-DÜ-RÜN" diye bağırarak onları harekete geçirdi. Tramvayın şoföründen camı açması rica edildi. Camlar açıldığında beni sanki dondurma ambalajını atar gibi camdan fıyıkladılar. Camdan düşerken tek görebildiğim dershane savaşçısının bana gülümseyerek teşekkür ettiğiydi.Ben de gülümsedim. Sonra raylara düşünce pek akıllıca davranıyor olmadığımı fark ettim. Arkalarından en sevdiğim kahraman olan Nasrettin Hoca'nın lafını patlattım. " BEN ZATEN İNECEKTİM!!". Gerçekten de tam devlet hastanesi durağında fıyıklamışlardı beni camdan yani zaten inecektim... Eve gittim. Çorba içtim. Uyudum.
SON

Fare Yarim


Sincanlı fare yarim,
Patatesten tatlı yarim.
Ne dediler sana yine de
Moralini bozdun yarim.

Vıyıldayarak gezerdin,
Çiçekleri ezerdin,
Şakalarımdan bezerdin,
Ne oldu da gittin yarim?

Burun fare burnu,
Saçlar alev mavi,
Dudaklar şeker pancarı,
Daha ne isteyebilirimki?

Aramıza deniz girdi.
Bu mesafe kalbimi deldi.
Bence aşkımız çok güzeldi.
Trenle falan gelemez misin?

Paten Kayan Bebekler

Paten kayan bebekler,
Ne de güzel yol bekler.
Ben yarimi yitirmişim,
Umrumda mı kelebekler?

Ayıya Yaklaşma Aşık

Dün bir ayı gördüm sevgilim,
Böğürüyordu acı ile.
Sen de mi aşk acısı çekiyorsun diye gülümsedim.
Sırtımı ısırdı.

Aşk ve İnşaatta Umut


Dün gece inşaatta seni gördüğümü sandım.
Aceleyle koştuğumda sadece kediler vardı,
Size iyi geceler diyip gülümsedim.
Sırtıma kalas düştü.

Kremşanti

Rüyamda seni gördüm yine.
Kremşanti yiyorduk.
Ama çilek almamıştık;
Mevsimi değil.

Fareler ve Aşk

Hiç fareye bastın mı sevgili?
Vıyık Vıyık bağırır.
İşte sen de kalbime bastın
Kapana kısılmış bir fare gibi.

Cevher Bebek

Bebeğim nasıl kıydılar sana!
Neden acımadılar minicik yavrucağa?
Aklımı yitireceğim, çıkacağım dağa.
Ne olur geri gel Cevher Bebek.

Daha dün vızzıklıyordun,
Gülüyor, hopluyor oynuyordun.
Belki de olacakları biliyordun.
Geri gelemez misin Cevher Bebek?

Annen demişti ki "Gözünü ondan ayırma"
Ben de demiştim "Sus karı cıyırma!"
Keşke bedenin olmasaydı kıyma.
Yalvarırım geri gel Cevher Bebek.

İnsan hiç bırakır mı bebeğini kasapta?
Ama yoktu ki bu olaylar hesapta.
Geçen gördüm satıyorlardı aynından pet shopta.
Ölmesen olmaz mıydı Cevher Bebek?

Kaptı kolunu canavar makine,
Etti yumuşak etlerini lime lime,
Keşke gitmeseydin sen güme.
Benimle kalamaz mısın Cevher Bebek?

Kan sıçradı her yana,
Kasap kaçtı bir tarafa,
Ağlıyordum bağıra bağıra,
Özür dilerim Cevher Bebek.

Boşalttık sevdiğin top havuzunu.
Şimdi taşıyoruz küçük tabutunu.
Bırakıyorum artık minik avucunu.
Toprağın bol olsun Cevher Bebek...

Tüy Kadar



Tüy kadar hafif,
Şeker kadar tatlısın.
Benim gibi birini
Sevmemekte haklısın.

Esma Canbulak

               "Üşüyorum anneciğim..." dedi çocuk titreyerek, "üşüyorum, biraz daha ekmeğimiz yok mu?". Kadın gözünden yaşlar akarak çocuğuna baktı. Bir şey söyleyecek gibi oldu, sonra başını öne eğdi. Sobadan aldığı yanan odunu çocuğun ağzına sokarak şarkılar söylemeye başladı. Deliydi bunlar, ailecek manyaktı; Babaları geçen sene kendini çim biçme makinası sandığı için güvenlik güçleri tarafından etkisiz hale getirilerek hapise atılmıştı... Manyaktı bunlar, korkunçlardı... Kadın gülüyordu, çocuğun ağzından kanlar akarken o gülüyordu. "Artık doymuşsundur he mi yavrum?" diyerek çılgın mambo jambo dansı yapmaya başladı. Çılgınlar gibi dans ediyordu çünkü o artık 42 yaşındaki Esma Canbulak değil özgür bir ruhtu. Rüzgarın bebeğiydi o. Enerjiydi. Herşeyi görebiliyordu tüm evreni tüm insanları. Dansı hızlandıkça başı döndü,  kusmak için pencereyi açtı. Bir anda aşağı doğru düştü ve oracıkta vıccık diye kaldırıma yapıştı. Sabah kapıcı beyaz karların arasında gerizekalı kadının ölüsünü bulunca göz yaşlarını tutamayarak şu sözleri söyledi;
"Ak akçe kara gün içindir"