31 Mart 2015 Salı

Yabancılar Saldırıyor Bölüm 1: ERASMUS



Yabancılar Saldırıyor
Bölüm 1: ERASMUS

Bu sabah uyandığımda sevgili ev arkadaşlarımın çoktan evi terk ettiğini fark ettim. Herhalde bu gün dersleri erkendi. Bu konu hakkında fazla düşünmedim, çok da garip bir şey değildi, hemen giyinip kendi dersime yetişmek için evden çıktım. Okula vardığımda garip insanlar çimlerde kapitalizmi eleştiriyor dünyaya ve kendilerine hiç bir katkıları olmamasını bir sorun olarak görmüyor üstelik saçma salak müziklerle başkalarının eğitim haklarını da sabote ediyorlardı. Bizim okul için sıradan bir gündü yani. Yanlarına fazla yaklaşmadan fakülteme girdim. Dersimizin işleneceği sınıfa girdiğimde minik dostum Gökçe’nin burada olmadığını gördüm. Garip diye düşündüm. Hiç bir zaman geç kalmazdı. Dönemimiz yeni başlıyordu, dördüncü senem de olsa küçük bir heyecan vardı içimde. Dakikalar geçmişti, sürekli saatime bakıyordum. Kapıdan içeriye hiç bir arkadaşım girmiyordu. Bunun normal olmadığını düşünüp Gökçe’yi aradım. Numara kullanılmıyordu. Diğer sınıf arkadaşlarımı aramaya başladım. Hepsinde aynı ses kaydını aldığımda bir şeylerin çok ters gittiğini anladım. Hemen koşup sınıf listesine baktım. Gökçe Demirdağ – ERASMUS, Ilgın Kızılgüneşler – ERASMUS, Görkem Gök –ERASMUS, Murat Özcan- ERASMUS, Ülkü Selin Yıldız – MEZUN (bunu niye yazdıklarını anlamadım ama beni yine de üzdü), Ulaş, Oğuz, Deniz,Merve, Melodi, Berkay Gülşen??? Berkay’ın 14 tane kalan dersi vardı o nasıl Erasmusta olabilirdi? Başım dönüyordu. Düşmemek için kürsüye tutundum. Listenin devamında daha fazla arkadaşımı görebiliyordum, hepsinin yanında ERASMUS yazıyordu. Böyle bir şey olamazdı, onların hepsi  ülkesini seven, harika gençlerdiler. Onlara arkadaşım demekten onur duyuyordum. Nasıl hiç biri bana söylemeden böyle bir şey yapabilmişlerdi? Zaten geçen sene arkadaşlarımın çoğunu Erasmus denen zehire kaybetmiştim. Bu iğrenç bir şaka olmalıydı. Başım tekrar dönmeye başladı. O an arkamdan sinsi bir gülüş duydum. Güçlükle sese doğru döndüm. Yo, bu olamazdı. Nasıl buraya kadar güvenliği aşıp gelebilmişti? Bu baş düşmanım Robert Erasmus’tu. Robert Erasmus her yıl ülkesini seven masum gençleri, içki parti ve dans ile kandırıp avrupaya çekiyor, hepsinin ahlakını ve ilkelerini bir güzel yok edip ana vatanlarına dejenere gençler olarak geri yolluyordu. Bu zamana kadar yakın arkadaşlarımı bu korkunç adamın ayartmalarından korumuştum, ya da koruduğumu sanmıştım... Buz mavisi gözleriyle bana bakıyor, buram buram avrupai bir hava taşıyordu. Kahkaha atarak yanıma geldi. “Mert H. Akkaş! Ne o bir selam bile yok mu? Hadi ama eski dostlar sayılırız!”
Derhal elimi silah kılıfıma götürdüm, fakat okulun yeni güvenlik önlemleri yüzünden artık silah taşımadığımı hatırladım. Bu iğrenç yaratık karşısında savunmasızdım. “Erasmus” dedim. “Ne istiyorsun?” “Ah Mert” dedi, “her zamanki gibi çok sıkıcısın.” “Minik arkadaşlarının nerede olduğunu merak ediyor olmalısın?” Bunu söyledikten sonra sarı saçlarını yüzünden çekip mavi gözlerini tekrar bana dikti. Tanrım ondan tiksiniyordum. “Onların Erasmus’a gittiğine inanmıyorum dedim. Buna hiç bir şekilde inanamam. Hem bazılarının gitmesi notsal olarak bile imkansız.” Ben bunu söyleyince gülümsemesi genişledi. “Öyle mi Mert? Gerçekten imkansız mı?” Cebinden bir şeyler çıkarıp bana gösterdi. “İstersen şu fotoğraflara bak!” “Bak burada Ilgın ve Gökçe Eyfel kulesinden el sallıyorlar, burada Ulaş ve Oğuz İspanya’da Real Madrid’te top koşturuyorlar. Berkay İtalya’da bir motor şirketinde staja girdi, Murat Alman bir şirkette genel müdür, Deniz Çek Cumhuriyeti’ne nişanlısının yanına gitti, Melodi Rusya’da bale yapıyor. Görkem Afrika’da çocuklara kuyu inşaa ederek seyahat ediyor, Merve ise Amsterdam’da... Sanırım bu sonuncuyu açıklamama gerek yok değil mi?” Lafını bitirdikten sonra kahkaha atmaya başladı. “Hadi ama Mert! Tepki ver biraz! Sevdiğin herkes Erasmus’a gitti. Kaybettin Mert! Hiç birini durduramadın.” “Yalan söylüyorsun,” dedim. “Emre ve Burak hala İzmir’de.” Bunu söylememin üzerinden neredeyse bana üzülürmüşcesine gülümsedi, “Emre Partileri duyunca Avrupa’nın neresine gideceğini bile umursamadı, Burak ise Rusya’da nişanlısının yanında. Artık bitti Mert, pes et, başarısız oldun. Şimdi titriyordum, onun önünde ağlamamaya çalışarak: “Ama biz ülkemizi seviyoruz, hem kim arkada dostlarını bırakmak ister ki...” diyebildim. “Mert, Mert, Mert!” diye bağırdı, “2015’teyiz! Kimse ülkesini önemsemiyor, Dostluğa önem vereni ise görmedim. Artık gençler parti yapıyor Mert, kabul et artık!” Tekrar gülmeye başladı. Dizlerimin üzerine çökmüştüm. Diyecek bir şeyim yoktu. “Belki,” dedi, “Buradan sonra,” Ankara’ya ve Çanakkale’ye de bir ziyaret yaparım, Ne dersin Mert? Onların da Avrupa’ya gitmesini ister misin?” “Hayır,” diyebildim, “onları buna karıştırma lütfen.” Bana tiksintiyle baktı, “Şuna bak dedi, saygın düşmanım ne hallerde, ama ben sandığın kadar acımasız değilim Mert, ne kadar inkar etsen de senin Amerika’ya bayıldığını biliyorum, al bunu, geçişin için her şey hazırlandı.” Önüme bir kağıt parçası koyup sınıfın kapısına doğru yürüdü, “Bir dahaki sefere görüşmek üzere Mert!” Kapı kapandığında, nihayet ağlayabiliyordum. Başımı eğip önümdeki kağıda baktığımda bunun bir Amerika bileti olduğunu gördüm. Göz yaşlarım bileti ıslatırken ağlayışımı kimse duymadı.